Seçmen yönelimlerini duyguları manipüle ederek değiştirme amacıyla davranışsal psikoloji disiplininin geliştirdiği bazı metotların tarihi Birinci Dünya Savaşı'na kadar uzanıyor. Fakat bu metotlara teknoloji devlerinin, veri setlerinin ve algoritmaların eklenmesiyle doğan siyasi mikro hedefleme çağdaş siyasal iletişim tarihinde oldukça yeni ve etkileri henüz anlaşılamayan bir konu. Yaklaşan 14 Mayıs seçimleri öncesi siyasi mikro hedeflemenin işleyişi ve demokratik süreçlere olan etkilerine olduğu kadar, Türkiye siyasetindeki giderek artan önemine ve yarattığı risklere de dikkat etmemiz gerekiyor.
Siyasi mikro hedefleme kişisel verilerin toplanmasını, bu verilerin bir siyasi söyleme duyarlı olması muhtemel insan gruplarını belirlemek için kullanılmasını ve ardından bu gruplara özel reklamların ulaştırılmasını kapsayan çok aşamalı ve karmaşık bir iletişim modeli. Bu model özellikle seçim kampanyalarında ikna etmek, bilgilendirmek, harekete geçirmek, caydırmak, kafalarını karıştırmak, hatta motivasyon kaybına yol açmak için kullanılıyor.
Siyasi mikro hedeflemenin dünya çapında odak haline gelmesi 2018 yılında medyaya yansıyan adıyla “Cambridge Analytica Skandalı” ile oldu. Fakat 2000’lerin başından beri birçok ülkede seçim kampanyalarına yön vermekte ve sürekli gelişmekte olan siyasi mikro hedefleme, bazı araştırmacılara göre, “siyasal iletişimin dördüncü çağı” olarak adlandırılacak kadar büyük bir toplumsal ve siyasi öneme sahip.
Günümüzde bu modelin kullanımı hiçbir siyasi partinin tekelinde değil, ancak gelişen algoritmalar ve yapay zeka teknolojileri sayesinde seçimlerin sonucunu etkilemede çok daha ‘başarılı’ olduğu söylemek mümkün.
Öncesi hakkında net verilere sahip olmamakla birlikte, siyasi mikro hedeflemenin Türkiye’de 2019 Yerel Seçimler döneminden beri kullanıldığını kesin olarak Meta Reklam Kütüphanesi ile biliyoruz. Başlangıçta iktidara yakın siyasal iletişimcilerin AK Parti’yi “öncü” olarak tanımladıkları bu iletişim modeli, şimdilerde başta Fahrettin Altun olmak üzere hükümetin iletişim politikalarını belirleyen aktörler tarafından yalnızca iktidarın aleyhine kullanılan uluslararası bir silah olarak anlatılmak isteniyor. Bu nedenle yaklaşan 14 Mayıs seçimleri öncesi siyasi mikro hedeflemenin işleyişi, etkileri ve iktidarın söylem değişikliğinin nedenleri daha iyi anlaşılmalı.
Siyasi mikro hedefleme nasıl işliyor?
Mikro hedeflemeyi geleneksel siyasi reklamlardan ayıran en önemli özelliği, siyasi parti ve adayların iletişim kampanyalarını yöneten aktörlerin insanları kişilik özellikleri, konumları veya önem verdikleri konular gibi belirli bilgilere dayalı olarak hedeflemelerine olanak sağlaması. Bu, sosyal medya paylaşımlarından tüketici verileri ve arama motoru geçmişlerine kadar her türlü verinin karşımıza manipülatif reklam içerikleri çıkarmak için kullanılabileceği anlamına geliyor. bu veriler analiz edilerek hedef kitlelerinin duyarlılıkları hakkında çıkarımlarda bulunuluyor ve bu bilgiler kişiye özgü ve bazen birbiriyle çelişen mesajlar oluşturmak için kullanılıyor.
Siyasi mikro hedefleme ve potansiyel etkileri ilk olarak 2000’lerde tartışma konusu haline geldi. 2006’da yayınlanan bir yazısında Amerikalı Cumhuriyetçi yazar Chad Vander Veen bu modelin o günlerde nasıl işlediğini, önündeki teknolojik engelleri ve siyasetçilerin gelecekte ondan neler beklendiğini şu sözlerle ortaya koyuyordu; “Gelecekte bir gün … siyasi bir kampanyadan bir posta alacaksınız. Daha önce aldığınız postaların aksine, bu posta size gerçekten hitap eden sorunları listeleyecek. Tüm duygu düğmelerinize basacak.”
Yine de, siyasi mikro hedeflemenin dünya genelinde medyanın gündemine oturması ve yüksek bütçeli akademik çalışmalara konu olması ağırlıklı olarak 2018’de “Cambridge Analytica skandalı” ismiyle bilinen olayla yaşandı denebilir. Bu olayda Cambridge Analytica isimli şirketin Facebook’tan 50 milyondan fazla kullanıcının kişisel verilerini aldığı ve bu verilerin 2016 ABD seçimlerinde Donald Trump kampanyası için ve aynı yıl Birleşik Krallık’ta Brexit kampanyası için kullanıldığı ortaya çıkmıştı. Yakın dönemde ise, birçok araştırmacı ve bağımsız gazeteci Cambridge Analytica gibi şirketlerin bu modeli Küresel Güney de dahil olmak üzere dünya genelinde birçok “demokratik” seçim sürecinde kullandığını ortaya koydu.
2000’lerde siyasi iletişim literatürüne giren bu model, neden 2018’de açığa çıkan bir kriminal dosya ile infial yarattı?
Skandalının bu kadar endişe yaratmasının sebebi kullanıcıların Facebook’taki dijital ayak izinden* edinilen verinin niceliği olduğu kadar niteliği ve kullanılışı. 2000’lerde ilk ortaya çıktığında mahallelerin demografik yapısı hakkında edinilen bilgiler üzerinden belirli seçmen gruplarına hitap etmek üzere tasarlanmış e-posta ve broşürler oluşturulmasını sağlayan bu model, son yıllarda işin içine teknoloji devleri ve onların veri setleri, algoritmaları ve yapay zeka sistemleri de girince çok daha etkili bir hal aldı.
Cambridge Analytica skandalında ortaya çıkan bilgilere göre, şirket kullanıcıların verileri ve bu verileri analiz eden algoritmaları sayesinde milyonlarca seçmene ait son derece mahrem bilgilere de sahipti. Cinsiyet, cinsel yönelim, etnik köken gibi nispeten “kolay” erişilebilir kişisel bilgilerin yanı sıra kişilik özellikleri, ilgi duydukları, korktukları veya endişelendikleri konular, hatta travma geçmişleri de eldeki verilerden bazılarıydı. Verileri tarayarak bireylerin siyasi görüşlerini ve kişilik özelliklerini belirledi ve onları “psikografik profiller” adını verdikleri kategorilere ayırdılar. Bu sayede, her seçmen grubuna ayrı hitap edebilecek hedefe yönelik mesajlar oluşturabildiler.
Cambridge Analytica ve Trump’ı 2016 ABD seçimlerinde zafere taşıyan stratejilerden biri de tercihleri belirlenen adaya yönlendirilemeyen bazı seçmenleri “caydırılacaklar” kategorisine almaları ve hedefleme operasyonları sayesinde önemli bir kısmını oy kullanmamaya ikna etmeleriydi. “Caydırılacaklar” kategorisinin büyük çoğunluğunun beyaz olmayan seçmenlerden oluşuyordu. O dönem, bazı gazeteciler ve araştırmalar bu stratejinin dezavantajlı seçmen gruplarını baskılamaya kadar varabilen sonuçlarının olduğunu vurguladı.
Etkileri daha bütüncül bir şekilde ele alındığında, siyasi mikro hedefleme büyük ve iyi finanse edilmiş partilerin küçük partilere göre haksız avantaj elde etmesine neden oluyor. Bu da eşitsizliği artırdığı kadar fikirlerin ve söylemlerin serbest akışını da kısıtlıyor. Ayrıca dijital aracılar büyük miktarda kişisel veri ve altyapılardan faydalanarak demokratik süreçlerden büyük gelirler elde ediyor. Siyasi partiler de kampanyalarını yürütmek için bu aracılara bağımlı kalıyor. Bu, yepyeni bir güç ilişkileri ağının günümüz siyasetine yön vermesi anlamına geliyor: teknoloji devleri siyasi partiler üzerinde, siyasi partiler de seçmenler üzerinde eskisinden daha fazla güce ve bilgiye sahip.
Cambridge Analytica skandalının yarattığı infialin ve hukuki sürecin en önemli sonuçlarından biri de Facebook ve Instagram’ı kapsayan Meta’yı siyasi reklamlar ve içerikler konusunda daha şeffaf olmaya mecbur bırakmasıydı. Skandal sonrası Meta, Facebook Reklam Kütüphanesi’ni kurarak siyasi kampanyaların reklam bütçeleri ve hedeflenen gruplar hakkında nispeten daha net bilgi vermeye başladı.
Maalesef aynısını diğer platformlar için söyleyemek pek mümkün değil. Gözlemevi olarak, Meta’nın sahibi olduğu platformları algoritmik şeffaflık ve hesap verilebilirlik konusunda yeterli bulmuyor, Google ve Twitter gibi diğer büyük sosyal medya platformlarını ve arama motorlarını bu konularda daha da geride buluyoruz.
Türkiye seçimlerinde siyasi mikro hedeflemenin geçmişi ve bugünü
“AK Parti, Türkiye seçimlerinde mikro kampanyaların öncüsüdür. Partinin, ülkenin mevcut dinamiklerine uygun olarak seçim kampanyaları için her zaman yeni seçenekler sunmaya odaklandığı görülüyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan, yerel seçim sürecinde görüntü ve gürültü kirliliğine neden olan geleneksel seçim kampanyası yöntemlerinin ortadan kaldırılacağını duyurdu. Böylece parti, yeni seçmen profillerini çekmek ve daha çevreci yöntemler uygulamak için yeni seçenekler geliştirecek.”
2019 yerel seçimleri dönemi, Anadolu Ajansı Stratejik İletişim ve Dış İlişkiler Müdürü Hazal Duran Politics Today isimli online dergide İngilizce yayınlanan yazısında AK Parti’nin siyasi mikro hedeflemeyi iletişim kampanyalarına dahil etmesini “ilerici” bir adım olarak yorumluyordu. Bu tanımı Cambridge Analytica skandalının yarattığı infiale, endişelere ve demokrasiye olan inanç kaybına hiç dokunmadan yapan Duran, sözlerini şu şekilde tamamlıyordu;
“Gerçekten de, mikro kampanyalar son on yılda ABD'de oldukça popüler oldu. Özellikle de mikro hedefli ve sosyal medya kanallarını başarıyla kullanan Trump'ın seçim kampanyasında. Türkiye yerel seçimleri söz konusu olduğunda, her seçim bölgesi için en iyi uygulamaları geliştirmek çok önemli.”
Fakat köprünün altından çok sular aktı. Yaklaşan 14 Mayıs seçimleri öncesi iktidara yakın isimler siyasi mikro hedeflemeyi kendilerine yönelik bir tehdit olarak tanımlamaya başladı. 2019 yerel seçimleri dönemi ve günümüz arasındaki en büyük fark, AK Parti ve Cumhur İttifakı big-tech’ten güçlü olmadığının farkında ve artık edindiği veri setlerini tekelinde tutamıyor. Fahrettin Altun’un Aralık 2023’te katıldığı “Dünyadaki Seçim Süreçlerinde Bilgi Güvenliği” isimli panelde yaptığı konuşmasında bu söylem değişikliği net bir şekilde karşımıza çıkıyor;
“Bu durum Batı'da Cambridge Analytica gibi skandallarla evrildi ve küresel bir endişe kaynağı haline geldi. Ayrıca ülkemiz teknolojinin sağladığı dezenformasyon kampanyalarına sürekli maruz kalıyor ve biz bunun demokrasimizi baltalamaması için çaba harcıyoruz. Kamuoyunun objektif ve doğru bilgiye ulaşması, demokratik kurum ve süreçlerin ve özellikle seçimlerin sorunsuz işlemesi için ön koşul.”
Bu söylem değişikliğini açıklamak adına birçok argüman sunulabilir ve neden-sonuç ilişkisi kurulabilir. Cumhur İttifakı’nın siyasi mikro hedeflemeyi bu seçimlerde de kullandığını Facebook Reklam Kütüphanesi’nden edindiğimiz herkese açık bilgilerle net bir şekilde görebiliyoruz. Yani ittifak kendi kullanım biçimlerinde etik bir sorun görmüyor.İktidarın gündeminde siyasi mikro hedeflemeyi Türkiye’de tamamen işlevsiz hale getirme gibi bir kaygı veya hedef gözlemlemek pek de mümkün değil.
Aksine tüm bunlar iktidarın bu söylem değişikliğini siyasi mikro hedefleme kullanılan diğer parti ve aday kampanyalarının etkisini azaltma, veya diğer partilerde olmayan seçmen verileriyle stratejik avantaj sağlama amacıyla Big Tech’i baskı altında tutmak üzere geliştirme olasılığını düşündürüyor. AB ile olan ilişkilerinde “mülteci sorunu” kartını kullanması gibi diğer alanlarda da görüldüğü üzere, iktidarın kendinden güçlü olan yapılara söz geçirme ve istediğini yaptırması konusunda elimizde somut örnekler mevcut.
Hükümetin erişim engeli tehditleri ve uluslararası prestij kaybından korkmaması karşısında Big Tech’in eli kolu bağlanmış gibi davranması da burada dikkat edilmesi gereken bir başka konu. Sosyal medya platformlarına erişimin kısıtlandığı dönemlerde çoğumuz VPN kullanarak bu platformlara erişimi sürdürdük. Big Tech’i burada asıl endişelendiren konu kullanıcı kaybından çok reklamlardan beklenen gelir kaybı. Sonuç olarak, Big Tech’in seçim manipülasyonu riski karşısında Türkiye’den elde ettiği reklam gelirlerini korumayı öncelik olarak gördüğü bir seçim dönemi yaşıyoruz.
Fakat 2019 seçimlerinin aksine bu seçimlerde siyasi mikro hedeflemeyi kullanan tek grup iktidar paydaşları değil.. Hedefleme operasyonlarının sahadaki etkisi ve dezenformasyonun boyutu değişkenlik gösterse de, bu seçim döneminde belki de ilk defa her cumhurbaşkanı adayının ve siyasi partinin “Cambridge Analytica’cılık”* yaptığını görüyoruz ve bu durumu endişeyle takip ediyoruz.
14 Mayıs seçimlerinin sonuçlarını etkileyecek boyuttaki hedefleme operasyonlarının önüne geçilmesi, bu seçimlerin Türkiye’de siyasi mikro hedeflemenin gölgesinde girilecek son seçim olması ve seçimden sonra Big Tech’in algoritmik şeffaflığını ve hesap verilebilirliğini arttıracak yasal düzenlemelerin hızla yapılması dileğiyle.
Kaynaklar: